2 Ocak 2014 Perşembe

Müsellem-Müslim

Rize tarihi üzerine yazılmış kitapların hemen hemen hepsinde ağır bir milliyetçilik hatta ırkçılık su yüzündeki çamur tabakası gibi gezinip durur kitap sayfalarında. Bu tür kitapların genel psikolojisinde, hep "bir şeyi ispatlamak", hep "birilerine, bir şeylere yamanmak ve yaranmak" vardır. Bir şeyi olduğu gibi değil de "olması gerektiği gibi" gösterme kaygısı taşırlar. Buların "inanmış" yazarlarına çok üzülürüm gerçekten. Bunca akıldışı iddiayı, dezenformasyon ve yalanı, çarpıtmayı hangi mesuliyet ve mecburiyet hissiyle yapıyorlarsa, bir az olsun yüzleri kızarmaz, pişkin pişkin, ve matematiksel bir gerçeği anlatıyormuş gibi, saçmalayıp dururlar. Bu tiplere dediklerinin aksini inandırmak ne mümkün!
Bunlar Doğu Karadeniz'deki Lazları, Gürcüleri, Hemşinlileri bazen reddederler: Derler ki, "bunlar sonradan dil öğrenmiş Türklerdir!" Bazen de "bunlar içerisinde çok az da olsa Türk olmayanlar vardır, ama tedavilerimiz devam ediyor…"
Başlarlar tarih yazmaya. Kelimeler üzerinde oynarlar, falancanın filan yerdeki bilmem kaç sayılı meçhul arşivinden vesikalar bulurlar. Hak yolunda her şey mubahtır bunlar için, yalan, aldatmaca, çarpıtma…
Sarp sınır kapısını geçer geçmez aynı tipleri bu sefer Doğu Karadeniz'deki Lazların, Hemşinlilerin, Çepnilerin, Türklerin kadim Gürcüler olduklarını savunurlarken buluruz. Aynı "inanmışlıkla", ağızları köpürerek, heyecanla…
Hasılı kelam, sayıları az olan halkların "kendi" olmaya hakkı yoktur, illa birilerine bağlanmaları, bir yerlerden "gelmeleri" gerekir.
Neden böyle kızdığımı merak ediyorsunuzdur, anlatayım. Evvelki gün, yakın dönem bölge tarihi ile ilgili yayımlanmış kitapları incelemek için İSAM'a gittim. Buranın oldukça geniş bir kütüphanesi vardır. Yöreyle ilgili kitapları incelerken Orhan Naci Ak adında birisinin, Rize'nin Yönetim Tarihi adlı bir çalışmasına rastladım. Burada 1530 tarihli Tahrir defterinin (Osmanlılarda vergi mükelleflerinin kaydının tutulduğu defterdir) günümüz harfleriyle bir çevirisi bunuyordu. Bu çeviride Rize, Atina (şimdiki Pazar), Hemşin ve Arhavi ile ilgili kısımlar, buradaki vergi mükellefleri ve ne kadar vergi ödedikleri yazıyordu. Defterde mükelleflerin dini, bekar ya da dul olduğu, vergiden muaf olup olmadığı bilgisine de yer verilir.
1530'larda nüfusun dinlere göre dağılımlarını bulabildiğimiz bu çalışmada Müslüman nüfus çok azdır, insanlar henüz Hıristiyan'dırlar ve Müslümanlaşmaları 1600'lere doğru tamamlanır.
Kitapta geçen bir tabir hakkında Naci Ak bir not düşmüştür kitabın 88. sayfasında. Ak'a göre tahrirde yer alan  مسلم قدیم terkibi "müsellem-i kadim" (eski müsellem) olarak da okunabileceği gibi, "müslim-i kadim" (eski Müslüman[1]) şeklinde de okunabilirmiş. Müsellem (çoğulu: müsellemân) terimi hakkında bilgiyi de Mehmet Bilgin'den öğrenelim hemen:
"Trabzon valilerinin yerel kuvvetlerle bölgeye yağma ve korsanlık hareketlerinden korumak için yapmış oldukları bu seferlerde bölgedeki tımarlı sipahi ve kale muhafızlarının yanı sıra katılan Hıristiyan köylüler defterlerde "cemaat-ı müsellem" olarak kayıtlı ve bazı vergilerden muaftılar. Defterlerdeki "müsellem-i kadim" (Eski müsellem), "müsellem-i cedid" (yeni müsellem) gibi kayıtlardan müsellem yazma işinin bir kaç defa olduğunu söyleyebiliriz.  (Mehmet Bilgin, Lazların Tarihi Bu Mu?)"
            Naci Ak, bu iki okunuştan çoğu zaman her ikisini yan yana yazarak kullanmayı yeğlemiştir. "Önemli bir açıklama" başlığıyla verilen 89.sayfadaki notta, "Yeni Türk harflerine çevirmeye çalıştığımız 389 numaralı Tapu Tahrir Defterinin yekün kısımlarında geçen Müslüman tartışma doğuran bir kelimedir. Yukarıda karyeler düzeyinde ifade edilen Müslüman-ı nev[2], müsellem, müsellem-ikadim, Müslüman gibi tabirlerin ifade ettiği kimseler, yekün bölümünde Müslüman olarak ifade edilmiştir. Eski harflerle مسلمان  Müslüman olarak yazılan kelime müselleman olarak da okunabilir. O zaman bu terim müsellemin çoğulu olarak kullanılmış olur ki bu da vergiden muaf kişiler anlamına gelir. O taktirde bu tabir hem Müslümanları hem de vergiden muaf tutulan gayr-ı Müslimleri kapsar." demektedir. Notun devamında Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün kelimeyi Müslüman şeklinde okumayı yeğlediğini, bu sebeple kendisinin de Müslüman okunuşunu yeğlediğini ifade eder.
Naci Ak'ın çalışmasının 111. sayfasında Hemşin Kazasının Coco (şimdiki adı Levent) adlı köyünün "Müslim veya müsellem hane" maddesine şöyle bir dipnot düşmüştür:
"Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı, 387 numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Karaman ve Rum Defterlerinin ilçe ilçe toplu sonuçlarını veren bir kitap yayınlamıştır. 1997 yılında yayınlanan bu kitabın Hemşin Kazası bölümünde buradaki kelimenin müsellem okunması gerektiğini belirten bir not düşülmüştür. Buradaki açıklamada 'Defterdeki Hane-i kebr ile yan yana geçmesi dolayısıyla ilk bakışta hane-i Müslüman olarak algılanabilecek olan bu terim TD 288 ve TD 442 numaralı tahrir defterlerinden Hemşin, Kara Hemşin ve Eksanos nahiyelerindeki yerleşim birimleri tetkik edilince bu yerleşim birimlerinde hiç Müslüman haneye rastlanmaması dolayısıyla bu ibareyi hane-i müselleman okumak daha doğru olur' denilmektedir."
Sonuç olarak Tahrir defterlerinde geçen müsellem ve müselleman ibareleri ile müslim ve müsliman ibareleri aynı imla ile yazıldıklarından okumada bazı tutarsızlıklar söz konusudur. Bu tür sorunlar ancak çapraz okumalarla, metnin bütünündeki ipuçları ve bu tür defterlerin karşılaştırılmasıyla çözülebilir. Müsellem - müslim karışıklığı uzmanlaşarak giderilebilir diye düşünüyorum.
Bununla birlikte, bu tür karışıklıklardan nemalanan bazı sivri zekâlı yerel tarihçiler (?) de yok değil. Bu zevat, bu karışıklığın iç yüzünü anlamaktansa, işlerine geldiği gibi yorumlamayı ve gerçeği saptırmak için bunları kullanmayı yeğlediler. Bu zevatın başında Fahrettin Kirzioğlu gelir. Şöyle diyor: "Hemşinlilerin ataları, bu 1523'teki Kanuni Çağı ilk 'Tahrir'inde, 'Müselmân-ı Kadim' (yani, Osmanlı Fethi/1461 Öncesi Müslümanları) diye tanıtılıyor." Milli Tarihimizde Rize Bölgesi adlı Rize'de verdiği konferansta bu yanlış bilgi üzerine bir de hikâye kurguluyor:
"Bunlar (Hıristiyan Hemşinliler), genelde İspir ve Erzurum’un Müslüman Türklerin eline geçmesinden, onlarla yakın ilişkide olduklarından kolaylıkla Müslüman olmuşlardı. Osmanlı Vergi defterleri olan Tahrir defterlerinde bunlara 'Müselman-ı Kadim' (1461 yılı fetih öncesi eski Müslümanları ) deniliyordu. Komşuları 'Lazluk'takilere ise, Müselman-ı Cedid (Yeni Müslümanlar) denildiği, belirtilmiştir."
Kirzioğlu'nun "inananlar"ı bu hikâyeleri daha da detaylandırıp günümüze taşımışlar, halkın ve yazan-çizen takımının beynini bulandırıp onları yarattıkları bilgi kirliliğinde boğmaya çalışmışlar ve bu çalışmaları günümüzde bile devam ediyor. Rize Belediye Başkanının geçenlerdeki son çıkışı gibi…
Tarih sorumluluk isteyen bir bilimdir. Tarihi metinleri okuyup tetkik ederken birçok unsuru göz önünde bulundurmak gerekir ve tabii duygularımızı, kaygı ve siyaseti, milliyetimizi bir kenara bırakmayı…
Son olarak, Naci Ak'ı bu dikkatinden ve açıklığından ötürü tebrik etmek isterim. Yerel tarih araştırıcılarına örnek olacak bir iş çıkarmış. Ayrıca şimdilerde Osmanlı arşivlerine merak sarmış gençlere de bu konuyu dikkate almalarını öneririm, zira gördüm ki aynı hata hep tekrarlanıp durmuş. Bundan ötürü kendilerini haksız görmüyorum, sadece sorumluluklarını tekrardan hatırlatmak istiyorum.





[1] Osmanlıcada müslim kelimesi "Müslüman" demektir, müslümân daha doğrusu müslimân ise "müslümanlar" anlamında müslimin çoğuludur.
[2] Farsça nev ve Arapça cedid "yeni" anlamına gelen eşanlamlı kelimelerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder